Mehmet Lütfü Özdemir: Sessizliğin Yokluğunda

20 Haziran 2014 Cuma

Sessizliğin Yokluğunda

Yitirdiklerimizi şöyle alt alta koysak ciltler dolusu kitap olur. İnsan olarak dünya için çok tehlikeli ve zararlı bir tür olduğumuz gerçeğini benimsiyorum artık. Peki, insan ne yaptı da sessizlik dâhil birçok şeyi kaybetti. Kendisine ve doğaya yabancılaştı diyerek aslında çok şey anlatabiliriz. Neler yapmadı sorusu bizi sonuca daha kolay götürebilir aslında? Her şeyi yaptı! Bilinmezlikten korktu, kâinatın sessizliğini bozdu, karanlıktan korktu ve tüm bunların bir sonucu olarak cennet dünyayı cehenneme çevirdi. Biz insanlar cennetten kovulan tek türüz, yani cennet dünyayı cehenneme çeviren tek tür. Dolayısıyla tür olarak korkağız, hem de çok korkak. Yarattığımız korku atmosferinde kaçtığımız tek yer ise tüketim çılgınlığı! Her şeyi tüketiyoruz, kendimizi, doğayı ve tüm canlıları.


Gezegenler dönerken hiç ses çıkarmazlar, oysa insan üretimi makineler çok gürültücüdür. Düşünün milyonlarca ton ağırlığındaki yıldızlar, gezegenler, galaksiler ve galaksi kümeleri uzay içinde müthiş bir süratle hareket ederler. Üzerinde yaşadığımız Dünya saatte 1670 km. hızla kendi ekseni etrafında, 108.000 km. hızla güneşin etrafında döner. Güneş sisteminin galaksi merkezi etrafındaki dönüş sürati saatte 720.000 km. iken, Samanyolu galaksisinin uzaydaki hızı saatte 950.000 km.dir. Durmaksızın devam eden hareket öylesine yoğundur ki, Dünya ve Güneş Sistemi her sene bir önceki sene bulunduğu yerden 500 milyon kilometre uzakta bulunur.

Sessizlik, değişik derecelere kadar bir soyutlanma aracı olmaya alışıktır. Artık, bugünün dünyasını boş ve ayrışık kılmaya çalışan, sessizliğin yokluğudur. Kaynakları gasp edilmiş ve kurutulmuştur. Makine, küresel olarak uygun adım ilerliyor ve sessizlik, gürültünün henüz nüfuz etmediği, önemini kaybeden bir yerdir. Uygarlık, rahatsız edici sessizlikleri gizlemek için tasarlanmış bir gürültü komplosudur. Sessizliğe saygı gösteren Wittgenstein, sessizlik ile ilişkimizin kaybını anladı. Sessiz olmayan şimdiki zaman, uçucu dikkat anları, eleştirel düşüncenin aşınması ve derinden hissedilmiş deneyimler için azalmış bir yetenek zamanıdır. Sessizlik, karanlık gibi, edinilmesi zordur; fakat zihin ve ruh onun desteğine gerek duyar.(1)

Desteksiz bir zihin ise kontrol edilmeye muhtaçtır! Bütün bir dünya militarizm ve kapitalizmin kontrolünde yaşamaya devam ediyor. İçine tıkıldığımız kentlerde sessizliği yakalamak bir yana dursun, gerçek karanlığı yakalamak dahi imkansız hale gelmiştir. Petrol, elektrik, HES ve termik santraller ile yirmi dört saatimiz aydınlık ve hareketli. Oysa belli bir süreden sonra dinlenmeli, kendimizi dinlemeli, sessizliğe ve karanlığa gömülerek; gezegene ayak uydurup doğallığımızı yaşamalıyız.

Sessizliğin yokluğunda yaşayan insanların; ne derece mutsuz, durmaksızın stres üreten, korkak, tüketim manyağı, kendisine yabancı, doğaya bıraksan yaşayamayacak kadar aciz, kâinatı anlamaktan, doğal yasaları anlamaktan bihaber olduğunu görmeniz gerekiyor.

Sessizliğe ulaşmak için kendimizi yeniden inşa etmemiz gerekmektedir. Bunu kentlerin ve makinelerin gölgesinde yakalamamız çok zor. Özümüze ve doğal yasalara yakın bir şekilde yaşamak, bir tercihten çok gerekliliktir. Bu gerekliliği yerine getirmek içinse ciddi sorumluluklar bizleri beklemektedir.

Sahip olmak duygusu, kıskançlık, mutsuzluk, acı, nefret, stres vb. tüm olumsuzluklar insan üretimidir. Ve bu üretimin başlangıç noktası sessizliğin yitirilmesiyle olmuştur.

Sessizliğin yokluğunda yazdığım satırları ilerleyen günlerde daha fazla açarak sizlere anlatmaya çalışacağım. Bir nebze kıyısında dolaştığım ve bereketlendirildiğim sessizliğin muhteşemliğini anlatmaya çalışacağım. Bir sonraki yazı da görüşmek üzere…

Mehmet Lütfü Özdemir – http://akilvefikir.org/2014/06/19/sessizligin-yoklugunda/

——————————

1. John Zerzan, Makinelerin Alacakaranlığı