Mehmet Lütfü Özdemir: Kaybedilmek İstenen İnsanlığımızdır!

27 Eylül 2016 Salı

Kaybedilmek İstenen İnsanlığımızdır!

Yeryüzünde fesat çıkaranların iktidara olan bağımlılığı gücü ortaya çıkarmıştır. Güçlü olanın kendisini haklı zannettiği, haklı çıkardığı, haklı gördüğü, gücü olmayanların sömürüldüğü yok sayıldığı algısı, binlerce yıldır devlet mekanizması, ataerki vb. araçları da kullanarak yeryüzüne acı ve saf kötülükten başka bir miras bırakmamıştır.

Kendisini haklı zannedenlerin kaybettiği ‘insanlık’ ve sözde insanlık zannettikleri kötülük ve bu kötülüğün içerisinden çıkamayışları, çıkmak için hiçbir çaba içerisinde olmayışları sonucunda genel manada insanlığında kaybedilmek istendiğini, binlerce yıldır ortaya koydukları pratiklerden gördük ve görmeye devam ediyoruz.

Kendisini kaybeden hakikatten bi haber gözü dönmüş vicdansızların, yeryüzünün gariplerine, yalın ayaklılarına (adalet, eşitlik ve özgürlük mücadelesi veren ezilenler) yaşattıkları tarifsiz acıların ve saf kötülüğün kendisini her çağda yeniden ürettiğine şahitlik ediyoruz.

Sembolik olarak ilk cinayet, ilk kaybetme, ilk haksızlığa uğramış Habil gibi, binlerce yıldır cinayetlere, gözaltında kaybolmalara, cezaevlerinde tutsaklığa, işkencelere ve katliamlara maruz kalıyoruz.

*

Yüzünü her şeyin sahibi olduğu düşünen hakk’sız gövdelere döndü ve haykırdı olmayan suratlarına; ‘aşk, hakikat için mücadele etmektir ve hakikat her şeyin üstesinden gelir’ dedi. Hayatlarını büyük bir amaçsızlığı içerisinde barındıran saf kötülükle var edenler, savaşlardan, kandan, ırkçılıktan, sömürüden beslenen zihinler, hakikatten nasibini alamamışlar algılayamadı bu haykırışı.

Kendisini, devletin diyanetin kulu zannedip sömürü hukuku üzerine kurulu yasalar çerçevesinde yaşadığını zanneden tipoloji, kendisini var eden doğaya, bizleri varlık sahnesine çıkaran hakikate karşı açtığı savaşta hakk’sız olduğunu anlayamayacak, algılayamayacak kadar kör. Çünkü kaybettiği insanlığından haberi yok ve insanlık tarihi olarak bildiği şey güç/iktidarperest beşerin egemen tarihinden başka bir şey değil.

Beşer, kaybettiği cenneti arayıp insan olmak yerine, yabancılaştığı doğasına ve doğaya karşı yürüttüğü savaşla ortaya çıkardığı cehennemde yaşayabileceğini ve bu yaşamı doğru zannedip sürdürebileceğini düşünmektedir. Bu durum beşerin hem hakikate hem doğaya hem kendisine hem de tüm canlılara karşı ne kadar küstah, saygısız ve nankör olduğunu bize göstermektedir. Asıl kaybedenlerin, yanlış bir hayatı doğru yaşadığını düşünenler olduğunu söylesek yeridir.

Bir insan nasıl olurda hem kendisine hem kendisini var eden doğaya karşı amaçsız bir savaşı yürütebilir? Böylesi amaçsız bir savaş sizce sürdürülebilir bir savaş mıdır?

Hakikat bize bu amaçsızlığın sürdürülebilir olmadığını göstermektedir. Hakikat, beşerin iktidar arzusu için güç sarhoşu olup kendisini kaybetmiş olmasını ve bu yüzden bir türlü insan olamamasından dolayı ortaya çıkardığı saf kötülüğün bizzat kendisini yok ettiğini, kendisini var eden hakikate en büyük saygısızlığı ve kötülüğü yaptığını bizlere göstermektedir. İşte tam da bu yüzden hakkı göstermeye, yani adalet, eşitlik ve özgürlüğü göstermeye delil olmaya devam edeceğiz.

*

Devlet aygıtının kendisini insanlığını kaybetmiş beşerlerince, yani kendisini bilmeyen hakk’sız güvenlik güç’lerince gözaltına alındıktan sonra katledilen, varlığı inkar edilen ve kendilerinden bir daha asla haber alınamayan insanların aileleri ile onları destekleyen yaşam hakları savunucuları 27 Mayıs 1995 tarihinde “Kayıplarımızı istiyoruz!” diyerek barışçıl bir direniş başlattılar.

Türkiye’nin en uzun erimli protestosuna, sivil itaatsizlik eylemine dönüşen Cumartesi buluşmaları 24 Eylül 2016 tarihinde 600. haftasına giriyor. Cumartesi Anneleri 600 haftadır kayıplarını arıyor, 600 haftadır adalet arıyor, 600 haftadır “Aslında kaybedilmek istenen, insanlığımızdır” diyerek insanlık onurunu sahipleniyorlar.

Plaza de Mayo Anneleri, Cumartesi Anneleri, Roboski Anneleri, Ankara Anneleri, Suruç Anneleri, evet tüm anneler, binlerce yıldır kaybedilmek istenen insanlığı sahipleniyorlar. Vicdanı ve onuru olan insanlar, binlerce yıldır kaybedilmek istenen insanlık için hakikate savaş açan kötülüğe karşı mücadele ediyorlar.

Cumartesi Anneleri 24 Eylül tarihinde 600.Haftasında bir kez daha “Failler belli! Kayıplarımız nerede” sorusunu yönetici sınıfına soracak. 600 haftaya rağmen taleplerine hiçbir karşılık bulamayan, 21 yıldır “insanlık vicdanı”nın sesi olan Cumartesi Anneleri, 600.Haftalarında, dünyanın neresinde olursanız olun diyerek “barış, hakikat, adalet ısrarına, kayıpları bulma mücadelesine ortak olmaya, seslerine ses katmaya ve dayanışmaya” çağırıyor.

Cumartesi Anneleri 600 hafta boyunca her Cumartesi günü saat 12.00 de İstanbul’un en işlek yeri olan Galatasaray Meydanı’nda yüzlerce kaybın fotoğrafını taşıyarak hakikat ve adalet talep eden seslerini yükselttiler.

Cumartesi Anneleri herkesi 24 Eylül 2016 tarihinde bulunduğu yerde Galatasaray’la eş zamanlı olarak insanlık onurunu hedef alan zorla kaybetme suçuna karşı ses çıkarmaya; Cumartesi Anneleri’nin hakikat, adalet ve barış talebini desteklemeye çağırıyor.

bu yazı: 21 Eylül'de yazılmış ve çeşitli haber sitelerinde yayınlanmıştır.