Mehmet Lütfü Özdemir: Savaşın Kedileri

7 Nisan 2016 Perşembe

Savaşın Kedileri

Savaşlar yaşamlarımızı her açıdan olumsuz bir şekilde etkiler ve psikolojik, sosyal, ekonomik, politik travmalar nefes aldığımız sürece peşimizi bırakmaz; ruhumuzdan bedenimize, duygularımızdan düşüncelerimize kadar savaşın şiddeti ve içeriği ne olursa olsun (örn, psikolojik, soğuk ve sıcak savaş) olumsuz yönde etkileniriz. Bütün bu olumsuzluğu ortaya çıkaranlar bugün egemenlerden başkası değildir. Bilgiye, servete ve iktidara hükmeden egemenlerin ortaya çıkardığı yıkımların sadece insanı değil bütün bir canlı yaşamını etkilediğini artık görmeniz gerekiyor. Savaşların bilinen tarihi uygarlık kadar trajiktir: doğal şuurdan (bilinçten) uzaklaşan insanın, neredeyse 2 milyon yıl boyunca özgürce ve komünler halinde yaşadığı cennet dünyaya yabancılaşması neticesinde; benlik kaybına uğrayıp gerçeklikten uzaklaşarak, sahteliği benlik edinerek; hayvanları evcilleştirmesi ile başlattığı savaşların, kıskançlık ve tahakküm temelinde ortaya çıktığı bir gerçektir. Mızrakların ucu önce hayvanlara yöneldi ve bu yönelim neticesinde sömürü, sömürüyle birlikte savaş gerçekliği insan bilincinde bir yaralanma - tahribat meydana getirdi..

Doğayı kontrolü altına alabileceğini düşünüp yeryüzünde kan döküp fesat çıkaran uygar insanın trajedisi, elindeki mızrağı önce hayvana sonra insana yöneltmesiyle doğal bilinç yitirilmiştir.. İnsanlıktan beşerleşmeye geçiş gibi de okuyacağınız bu süreçte; insanın özel mülkiyeti yani sahip olmak duygusunu keşfedip onu korumak istemesi ve bu temelde açığa çıkardığı güç istemi ve gücü korumaya yönelik geliştirdiği hegemonik uygulamalar beş bin yıl önce ‘devlet’i doğurmuştur.. İnsanın aslında doğadan ve kendisinden (yabancılaşma) uzaklaştığını ve uygarlık adlı trajediyi başlattığını söyleyebiliriz. Savaş, sınır, sınıf, sömürü ve saldırı ve tüm bunların sistemleşmesine hayvan evcilleştirilmesi ile başlanmıştır. Sonrasında gelişen şuursal kırılma - yaralanma ortaya ‘mülkiyet, güç, iktidar, eril düzen, devlet, toplumsal ego ve cinsiyetçilik biçiminde hayatlarımızı mahveden yöntemlerle’ çıkmıştır..

Bu kırılmanın yol açtığı sonuçları yaşıyoruz binlerce yıldır. Bir nevi şuur yitimiyle birlikte insan ve insan türünün yarattığı problemlerin beş bin yıldır sistematik bir şekilde gelişerek ‘devlet’ aygıtını ortaya çıkarması, bu aygıtın yeryüzünde bilgiyi, serveti ve iktidarı tekelleştirmesi neticesinde bugün tüm devletler, sermaye düzeni, bu düzenin yasaları ve düzenin koruyucuları; doğaya, insana, hayvana özetle tüm canlı yaşama açıkça düşman olduklarını her fırsatta göstermektedirler.. Bu sistematik şiddet merkezi (devlet-sermaye) tarafından son yıllarda devrede olan neoliberal sisteme karşı durmak, bu sisteme karşı alternatif yaşam alanları yaratmak ve bu sistemi yıkmak için bir şekilde mücadele etmek gerekmektedir.

Sistemle mücadele etme yöntemleri farklılık gösterebilir; bugün Anarşistler, Sosyalistler, Komünistler bir şekilde vegan mücadele, ekoloji mücadelesi, kadın mücadelesi, hayvan özgürlüğü, komün, öz yönetim, otonom yaratma faaliyetleri çerçevesinde dünyanın birçok yerinde çalışmalar yürüterek egemenlere ve zalimlere karşı direnmektedirler.. Sistemin doğayı ve canlı yaşamı yok eden faaliyetlerine karşı; yaşamı her anlamda korumaya çalışan, kendisi için istediğini bir başkası için isteyebilecek erdeme sahip olan, sevmeyi, saygıyı, paylaşmayı, dayanışmayı, eşitliği, adaleti ve zalime isyanı Hakk bilip mücadele eden insanlar da yaşıyor bu dünyada..

* * *

Doğa yıkımı özelinde insana ve hayvana durmadan saldıran ve saldırdıkça yeni araçlar geliştirmeyi düşünen bu yaralı şuur saf kötülükle birlikte dün olduğu gibi bugün de Kürdistan’ın her tarafında Hakk’a ve hakikate karşı suç işlemeye devam ediyor.. Sur, Cizre, Nusaybin, İdil ve Yüksekova vb şehirlerde yapılan katliamların yegane sorumlusu: kapitalist modern ulus devletin ortaya çıkardığı faşist paradigmadır ve bu temel de açığa çıkan örgütlü kapitalist ve militarist toplum gerçekliğidir.

Sokağa çıkma yasakları ve çatışmaların ardından incelemelerde bulunmak için Cizre’ye giden Özgürlükçü Hukukçular Derneği, Mezopotamya Hukukçular Derneği, Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı ve Asrın Hukuk Bürosu‘ndan avukatlar, ön inceleme raporunu yayımladı. T24 sitesinden Can Bursalı imzalı haberde yayınlanan raporda; “bazı cesetlerin yakıldığı, gözleri çıkarılmış bedenlerle, başsız cesetler görüldüğü” ifade edildi. Çatışmaların yaşandığı bölgede yer alan bazı evlerde, “kadınların iç çamaşırlarının ortaya atıldığı, kullanılmış prezervatiflere rastlandığı, bodrumdan çıkarılan cenazelerle ilgili yapılan otopsi raporlarındaki ifadeye göre ‘envanterde olmayan silahların’ kullanıldığı” belirtildi.”Kadınlar, çocuklar, cenazelere dönük keyfi ve kötü muamele”, “Cizre’ye girişte ve Cizre içinde karşılaşılan keyfi uygulamalar”, “Cizre halkının bombardıman, yıkım ve tehdit fiilleriyle ve gıda, elektrik, su, ısınma gibi temel ihtiyaçları karşılanamaz hale sokularak göçe zorlanması”, “Sağlık hizmetlerinin sunumu ve sağlığa erişimin engellenmesi”, “Göç edenlerin eve döndüklerinde karşılaştıkları görüntüye dair tanıklıklar” ve “Bodrum katliamları” başlıklarına ayrılan raporda, 14 Aralık 2015 tarihinde başlayan ve hâlen kısmi olarak devam eden sokağa çıkma yasağı dönemine dair tespit ve iddialar yer alıyor.

Bu bağlamda, yaşamı bir bütün olarak görmekten ve anlamaktan uzak, toplumsal huzuru ve barışı istemeyenler, katliamlara ses çıkarmayanlar ve hatta devletin uyguladığı bu vahşi katliam politikalarına sevinenler, tetiği çeken katiller ve katliamların emrini verenler kadar suçludur ve katliamların bizzat suç ortağıdırlar..

* * *

Devletin her türlü savaş araçlarını kullanarak sistematik bir hale getirdiği katliam yöntemlerinin ortaya çıkardığı korkunç yıkımları yaşadık, gördük ve görmeye devam ediyoruz.. Devlet mekaniğinin, bin yıldır kardeşiz dediği insanları acımasızca katletmesi; alt sömürgeci refleksler ile yarattığı ulus devlet paradigmasının ortaya koyduğu korkunç pratikleri ve bu pratikleri sergileyen faşist beşerlerin, vicdandan, ahlaktan, saygıdan, insanlıktan ve adaletten zerre kadar nasiplenmediğine de şahit olduk ve oluyoruz..

Şahit olduğumuz bunca trajedi ve acıya karşın zalimlere inat yaşama bir şekilde tutunmaya çalışan insanlar ve o insanlarla birlikte aynı mekanda yaşama tutunmaya çalışan kediler de var.. Değerli dostum Özge Özgün haftalardır Diyarbakır da.. Özge, Sur ilçesinde yaşama tutunmaya çalışan kediler için seferber olmuş durumda. Şimdi şu fotoğraflara iyice ve dikkatli bakınız!!





[Fotoğraflar: Özge Özgün]

Yaşama tutunmaya çalışan kedilerin yüz ifadelerinde korku ve umut var.. Korku var çünkü; insana, hayvana, doğaya acımayan ve yaşamı sevmeyen eril faşist kafaların yarattığı katliam atmosferinde nefes almaya yaşama tutunmaya çalışıyorlar.. Umut var çünkü yaşam devam ediyor..

Özge fotoğraflarını şu ifadelerle paylaşarak, Sur’da yaşayan kedilerin gözlerinden devletin yarattığı tahribata bakmamıza vesile oldu: “Sur'un korku dolu bakan kedileri… Bugün Sur'daki ana caddenin bir kısmı daha açıldı. Çok az kedi vardı düne göre, nereye gittiklerini çözemedik. Var olanlar da korku dolu gözlerle bakıyordu.”

Fotoğraflara biraz daha derinden bakmaya, vicdan gözüyle bakmaya çalışırsanız gerçeğin ne kadar çıplak olduğunu fark edersiniz. Aslında yorum yapmaya da gerek yok çünkü gerçekler, kedilerin bakışlarından her şeyi haykırıyor..

* * *

Kedilerin güvercin ürkekliğinde yaşama tutunduğu bir şehirde insanın hayatta kalması çok ama çok zordur.. Kediler o kadar güçlü bir yapıya sahiplerdir ki her ortamda hayatta kalabilme yetenekleriyle, dünyanın neresinde ve hangi şart altında olurlarsa olsunlar bir şekilde yaşarlar.

Dünyanın herhangi bir yerinde huzur ve refah içinde yaşayan insanlar ve kediler, Sur, Cizre, İdil, Yüksekova, Nusaybin vb. şehirlerde yaşamaya çalışan ve zulme direnen insanlar ve kediler kadar acı çekmemiş ve çekmiyordur.. Kendi faşist ve kapitalist yaşam tarzlarını, yaşadıkları yoz kültürü ve bu cehennemlerini kendilerine benzemek istemeyenlere dayatmaya çalışan şuursuzların dünyasında, onlara benzememek adına inatla direnen ve mücadele edenlerin yaşamı her alanda anlamlı kılmaları kadar güzel bir şey yoktur diye düşünüyorum..

Yeryüzünde kediler ne kadar özgürse biz insanlar da o kadar özgürüz aslında.. Nefsini ve kendisini bilmeyen insanın doğayı, Hakk’ı ve hakikati bilmesini bekleyemezsiniz! Dolayısıyla kendini bilmez bu beşer, insanları ve kedileri ayırt etmeden yok etmeye devam ediyor.. Kedileri sevmeyen, kediler özelinde tüm hayvanlara saygı duymayan, ağaçları yok eden, dereleri kurutan, her şeye para olarak bakan, dini imanı para olan, tükettikçe ve itaat ettikçe köle kalacağının farkında olmayan herkes şunu iyi bilmelidir: Ne olursa olsun, başımıza ne gelirse gelsin, bir kişi de kalsak hem insanca yaşayacak hem de insan olmakla doğadan ayrı bir varlık olmadığımızın farkında olarak, insan dışında tüm canlılar içinde mücadele edeceğimizi herkesin iyi bilmesi gerekiyor..

Biraz olsun doğayı anlayan, vicdanlı insanların yaşadıkları her yerde mazlum insanlar ve hayvanlar için daha fazla seferber olmaları gerekiyor. Bu dünyada sadece insanlar yaşamıyor ve bu dünya sadece bize insana ait değil!

Bizler doğanın ve bizleri varlık sahnesine çıkaran hakikatin yani kutsal diyalektiğin bir parçasıyız. Bütün bir canlı hayatının ortak emeklerle var ettiği bir yeryüzünde insan elinin değdiği her yer zarar görmüş durumda.. İnsan hem kendi doğasına hem de kendisini var eden doğaya zarar vermeye ve günah işlemeye devam ediyor.. Hayvanlardan gasp ettiğimiz yaşam alanlarını onlarla özgürce paylaşmaya ne dersiniz? Sahi hepimizin bütün kedilere ve bütün hayvanlara bir cennet borcu yok mu?